War… War never changes.
Yıllardır aklımıza kazınmış anlamlı ama bir o kadar da ürkütücü bu söz yeni Fallout’a başlarken de aklımda ilk beliren şey oldu. – Efendim anlayamadım? Nasıl değil ya? Radyasyon, garip bakan NPC’ler ve Playstation 3’ten kalma atmosfer.
Bu nasıl Fallout olmaz?!
Sayın Wallbang sakinleri anlaşılan o ki ufak bir karışıklık olmuş. Hemen rica minnet inceleme başlığını değiştireceğiz fakat ilk paragraf sonsuza kadar bizimle kalacak sanırım. Bizim oyunumuz Atomfall’muş. Tema, atmosfer derken bazı benzerlikler sebebiyle biraz karışıklık yaşamışız.
Oyunumuz, 1957’de İngiltere’de meydana gelen Windscale nükleer felaketini konu alıyor.
Genelde ABD, Rusya ve Ukrayna sularından gelen bu tarz yapımlara alışık olsak da bu sefer hikayemiz İngiltere’den. Oyunun ilham kaynağı olan olay her ne kadar gerçekten yaşanmış olsa da bizler bunun alternatif bir versiyonunu deneyimliyoruz. Atomfall’da nükleer felaketin ardından beş yıl geçmiştir. Olayın gerçekleştiği bölge ise radyasyon ve gizemli olaylarla dolu bir karantina alanına dönüşmüştür. İşte tam burada da hafızasını kaybetmiş, sesi çıkmayan ve yapayalnız olan karakterimizle bir sığınakta uyanarak Windscale’i keşfetmeye başlıyoruz.
Atomfall ne kadar tanıdık?
İlk bakışta da hikayeyi biraz dinleyince de anlaşıldığı üzere oyunumuzun bazı tanıdık ilham perileri mevcut. Bunlardan birisi yazının başlangıcında bahsettiğim Fallout serisi iken diğerleri ise Stalker ve Metro serisi. Gerek karakterlerin yapıları, gerek atmosfer gerekse de keşif hissi olarak bu üç oyundan da oldukça etkilenilmiş. Atomfall her ne kadar görür görmez aklınıza başka oyunları getiriyor olsa da yanlışları da doğruları da oldukça kendilerine özgü olmuş. Bu sayede ilham aldıkları oyunların yanında ayakta tek başlarına durabilmişler.
Sniper Elite serisi ile ünlü olan Rebellion, pek de kendilerinden beklenmeyen bir türe adım atarak deyim yerindeyse kendilerine meydan okumada bulunmuş. Bu kısımda daha fazla uzatmadan oyunu masaya yatırmak istiyorum artık açıkçası. Birkaç cümle önce de söylediğim gibi Atomfall tüm benzerliklerine rağmen kendi başına ayakta durabilen ve eksisini de artısını da kendine has yollarla ortaya koyan bir yapım. Peki gelelim bunların neler olduğuna.
Ne demiştik, evet Windscale faciasını alternatif yollarla ele alan oyunumuzun iyi yaptığı şeyler varsa bunların başında atmosfer oluşturma geliyor. Hafızamız kayıp bir şekilde sığınaktan çıktıktan sonra içerisine atıldığımız dünya gerçekten hem görsellik olarak hem de içerik olarak oldukça gerçek ve ilgi çekici duruyor. Bunu henüz açık dünyaya adımımızı atar atmaz hissettirmesi ise gerçekten Rebellion ekibinin başarısı diyebiliriz. Bu arada açık dünya demişken oyunun büyük ve tam bir açık dünya olmadığının da altını çizeyim. Atomfall’da bizleri birkaç farklı bölgeye ayrılmış sınırlı ama keşfe açık bölgeler bekliyor.
Oyunun bu yarı açık dünya yapısının bir diğer güzel yanı da keşfetmeye gerçekten teşvik etmesi. Haritanın bir ucunda terkedilmiş bir köy, diğer ucunda yıllardır kimsenin uğramadığı bir çiftlik evi bulabiliyorsunuz. Her adımınızda “Acaba burada ne var?” diye kendinizi sormaktan alıkoyamıyorsunuz. Üstelik buralarda sadece birkaç eşya bulup dönmüyorsunuz; kimi zaman tuhaf karakterlerle karşılaşıyor, kimi zaman da oldukça karanlık hikâyelere tanıklık ediyorsunuz. Atomfall, bu küçük keşif ödüllerini oldukça dengeli bir şekilde sunmuş, bu da oyunun temposunu diri tutmayı başarıyor.
Tabii bu keşiflerin keyifli olmasının bir diğer sebebi de oyunun sunduğu gizem duygusu. Atomfall, oyuncuya her şeyi tek tek açıklamak yerine birçok şeyi ima ederek veya üstü kapalı anlatarak ilerliyor. “Bu bina neden terkedilmiş?”, “Şu gizemli grup neyin peşinde?” gibi sorular sürekli aklınızı kurcalıyor. Bu da hem merak duygusunu hep canlı tutuyor hem de sizi doğal bir şekilde hikayenin içine çekiyor. Oyunun temposu da buna göre ayarlanmış; öyle koca koca aksiyon sahneleri beklemeyin, buradaki gerilim daha çok sessiz bir şekilde, içinize işleyerek ilerliyor.
Peki sorunları da tanıdıksa?
Öte yandan, atmosfer ve keşif kısmı ne kadar başarılıysa, bazı teknik konularda Atomfall’ın tökezlediği yerler de yok değil. Grafikler yer yer oldukça etkileyici olsa da bazı kaplama kaliteleri ciddi anlamda göz tırmalayabiliyor. Karakter animasyonları da zaman zaman sanki eski bir oyundan fırlamış gibi hissettiriyor. Belki de Rebellion’ın kaynaklarının bir noktada sınırına dayanmış olmasıdır, bilemiyoruz. Ancak şunu da söylemek lazım, bu teknik pürüzler genel deneyimi baltalayacak seviyeye ulaşmıyor. Yani evet, eksikler var ama kendinizi oyunun dünyasına kaptırdığınızda çoğu zaman bu detayları göz ardı edebiliyorsunuz.
Atomfall’un dövüş mekaniklerine de değinmeden geçmeyelim. Oyundaki çatışmalar ne yazık ki oldukça temel düzeyde. Silah çeşitliliği fena değil, kabul ama bunların birbirleri arasında pek de farkları yok. Hem uzak hem de yakın dövüşteki vuruş hissiyatı oldukça zayıf. Bir de buna ek olarak aksiyon anlarında düşmanların sözlü tepkileri ile fiziksel tepkilerinin uyumsuzluğu da Atomfall’un eksileri arasında yer alıyor.
Tabii ki oyunun kusursuz bir aksiyon vaad etmediğini biliyorum fakat yine de daha iyi yapılması gerektiği kanaatindeyim. Atomfall’daki çatışmalar eğlenceli olmaktan çok hikâyeyi ve keşfi desteklemek için var. Keşfetmenin yanı sıra keşfederken güzel ve heyecanlı bir aksiyona girmek isteyen oyunculardansanız burada oldukça hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz.
Hazır aksiyondan bahsetmişken bir de son olarak biraz gizliliği irdeleyelim. Malum kıyamet sonrası bir ortamda sınırlı teçhizat ile hayatta kalmaya çalışıyoruz. Her düşman grubuna saldırmak ve onlarla savaşmak çok da mantıklı değil. Bu sebeple böyle durumlarda gizli gitmek ve düşmanlarınızı birer birer ortadan kaldırmak isteyebiliyorsunuz. Peki bunu yapabiliyor musunuz? Hmmm pek sayılmaz. Atomfall’da oyun zorluğundan bağımsız bir şekilde yapay zeka sizi ya hemen fark ediyor ya da arkasından yaklaştığınız bir düşmanı öldürürken çıkardığı sesler duyuluyor. Bu sebeple oyunda gizli ilerlemek neredeyse imkansız. Böylesi bir atmosferde bunun elimizden alınmış olması beni çok fazla rahatsız etti açıkçası.
Sonuç olarak, Atomfall kusursuz bir oyun değil, ama kesinlikle karakteri olan bir oyun. Fallout, Stalker veya Metro gibi devlerin adımlarını takip ederken kendi yolunu bulmaya çalışması gerçekten takdir edilesi. Atmosferi, keşif hissi ve gizemli dünyası sayesinde sizi içine çekmeyi başarıyor. Teknik olarak oldukça pürüzlü, evet, ama eğer çok büyük beklentilerle yaklaşmazsanız Atomfall’un size anlatacak ilginç hikayeleri olduğundan emin olabilirsiniz. Bir başyapıt mı? Tabi ki değil fakat terk edilmiş köylerde garip garip NPC’lerle göz göze geldiğinizde, rüzgarda sallanan tabelaların önünde ürperdiğinizde ya da birden karşınıza çıkan gizemli notlar ile kendi hikayenizi kurmaya başladığınızda… İşte o zaman Atomfall’un neden özel olduğunu anlayacaksınız.
Sonuçta kim hafızasını kaybedip karantinaya alınmış bir İngiliz kasabasında uyanmak istemez ki?
İnceleme
Atomfall
Atomfall kusursuz bir oyun değil, ama kesinlikle karakteri olan bir oyun. Fallout, Stalker veya Metro gibi devlerin adımlarını takip ederken kendi yolunu bulmaya çalışması gerçekten takdir edilesi.
ARTILAR
- Daha önce işlenmemiş bir olayı konu almış
- Atmosfer gerçekten başarılı
- Keşif isteği doğuruyor ve pişman etmiyor
EKSİLER
- Grafikler on sene geriden geliyor
- Teknik sıkıntıları bolca
- Çatışmalar oldukça vasat geçiyor
- Gizlilik var ama pek mümkün olmuyor